20 Temmuz 2011 Çarşamba

BÜYÜDÜK... EVET!

Ne zaman çiçeklerle dolu bir pencere görsem ya da sokakta birden çok kediyi bir arada, muhabbette görsem içim burkulur, burnuma öyle derin bir deniz kokusu gelir ki, içime çekmeye bile kıyamam işte o an... Kapatıp gözlerimi kahvemi  yudumlarım Taş Kahve’de, karşımda memleketim...
Sonra rakı, yanında balık ve tabii ki Hayat Bahçesi...
Çocukluğumun saf, temiz sokakları...
O zamanlar farkında değildik, bizi ilgilendirmiyordu da zaten kiliseyle caminin yan yana olması ya da sokakta konuşulan farklı diller, aramızda varolan farklı kültürler...
Çocuktuk işte... Okuldan kaçıp kaçıp gittiğimiz Şirinkent’teki o köhne, yıkık dökük tahta iskelenin bizim için hiç bir  anlamı yoktu o zamanlar...
Bizim için hayat  yaşanılasıydı, sevilesiydi...Yüreğimize sığdıramadığımız dostluklarımız vardı bizim.
Ve ...
Ve büyüdük...
“Hadi bakalım, artık büyüdün, üniversiteye başladın, bunlar ders kitapların, şunlar da hayata dair olanlar. Oku, iyice anla ama ezberleme sakın, özellikle hayata dair olanları dikkatli oku. Yardımı pek olmayacak sana ama en azından fikrin olsun. En azından bir fikrin olsun!  İşte hayat bu ! Yaşa bakalım” dediler...
Ve oyun başladı... Başlarda hiç zor olmadı, “Kolaymış ya, korkulacak bir şey yokmuş” dedik. Tabii ki kısa bir süre... Çünkü hala saftık... O gün geldiğinde yani ilk ihaneti gördüğümüzde... İşte o gün şaşırdık önce...
Ama hayat buydu... Suratımıza inen o fiske, birden dağıttı pembe bulutları...
Gökkuşağı bile çizgi filmlerde kalmıştı artık...
O gün anladık aslında doğup büyüdüğümüz çocukluğumuzun geçtiği o güzelim yerin kıymetini...  Daracık sokaklarını, kaldırım taşlarını, kedilerini, kokusunu daha bir özler olduk... Anne kokusu gibiymiş aslında içimize çektiğimiz yosun kokusu…Çok geç anladık…
Gün geldi, kiliseyle caminin yan yana oluşu mutlu etti bizi... Çünkü biz ayrımın yapılmadığı, herkesin sadece insan olduğu için sevildiği bir memleketin çocuklarıydık... Hak herkesindi orada... Kimse yollara düşmezdi hakkını aramak için... Saygılıydı insanlar birbirlerinin diline, dinine, ırkına...
Bu bile mutlu etti bizi...
Ve biz o gün Şirinkent’in köhne iskelesinin aslında hayatın ta kendisi olduğunu ve bununla büyüdüğümüzün farkına varmadan büyüdüğümüzü gördük...
Çocuktuk işte...
Artık büyüdük... Büyüdük de ne oldu sanki... Hayallerimizi, inançlarımızı, dostluklarımızı, saflığımızı rehin bıraktık hayata büyüyebilmek için...
Ve ben, şimdi  ne zaman çiçeklerle dolu bir pencere görsem ya da sokakta birden çok kediyi bir arada, muhabbette görsem içim burkulur, burnuma öyle derin bir deniz kokusu gelir ki, içime çekmeye bile kıyamam işte o an...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder